Şimdi dışarıda bir kavga var, can kavgası. Köpek sevenlerle köpek sevmeyenlerin kavgası olarak yansıtılıyor bu kavga.
Daha da ileri gidiliyor: hayvan sevenlerle hayvan sevmeyenler şeklinde ele alınıyor.
Bu kavgada kedi köpek gibi hatta kuş gibi hayvanların hiçbirini sevmeyen, bu hayvanlara zerre merhamet duymayanların da mutlaka bir yeri var. Onlar hayvan düşmanlıklarını "kamu, düzen, tertip" kelimeleri ile süslenmiş cümlelerin içine saklayabilirler. Fakat onların derdi ne insan canı, ne hayvan canı, derdi sadece kendi canlarıdır.
Benzer bir marjinal grup daha var; onlar için insan canı beş para etmez, hayvan canı öncelikli. Ne kuduz olup insanları ısıran, ne de çocukları parçalayan köpeklerden zerre rahatsız olmuyorlar.
Bu marjinal iki kitleyi de bir tarafa ayırdıktan sonra konuya giriş yapmak istiyorum:
Bildiğiniz gibi Osmanlı'nın son zamanlarında da bir köpek sorunu vardı. Hatta bu köpeklerin işi 'Hayırsızada'da halledilirken Osmanlı Devleti de çöküyordu.
Sene 1910.
Kader, Osmanlı Devleti'nin çöküş hikayesiyle İstanbul köpeklerinin toplanıp kapatıldığı ve birbirini parçalayarak öldükleri 'Hayırsızada' hikayesini aynı döneme sığdırmıştı.
Bu adanın asıl adı Sivriada. Sivriada Marmara Denizi'nde, İstanbul açıklarındaki Adalar olarak bilinen takımadaların en batıda olanı. Burası, 1910 yılında 80.000 köpeğin mezarlığına dönüştü.
Aslında bir Fransız firması köpeklere talip olmuştu. Onları öldürüp derilerinden eldiven yapacaktı. Osmanlı Devleti bu işten kârlı bile çıkabilirdi.
Ancak bu kötü giden vaziyet karşısında bile Osmanlı bürokratları köpekleri derileri için öldürtmeyi doğru bulmadılar.
Onları yine ölüme terk ettiler fakat bu terkediş, köpekler üzerinden herhangi bir ticari çıkar sağlamayı içermediği için onlara çok daha vicdani geldi.
Üstelik hayvanları kendi elleriyle de öldürmeyeceklerdi.
Basitçe söylemek gerekirse bir adada kaderlerine terk etmiş olacaklardı.
Yine de bu planın bir Fransız firmasına derilerinden eldiven yapılmak üzere satılmalarından daha merhametli bir plan olduğu tartışmalı.
1910 yılında gündemi meşgul eden köpek sorununun metafizik bağlamdaki açıklamasını bilmesek de 2024 yılındaki köpek sorununun hem metafizik hem de fizik bağlamdaki açıklamasına sahibiz: Sorumsuzluk.
Şimdi yine 1910 yılının şartlarını taşıyor sayabiliriz kendimizi.
Ülkede büyük bir ekonomik kriz var, ülke içinde sığınmacılar almış başını gitmiş, Türk nüfusun ülke içinde azınlık durumuna düşmesi konuşuluyor ve savaş tamtamları sınır kapılarımızda çalıyor.
Kader bizi de köpekleri de 1910 şartlarına tekrar sürüklemiş gözüküyor.
Peki neyi kaçırdık, hangi dersi alamadık, neden sınıfta kaldık da yeniden aynı dersi almaya mecbur bırakıldık?
2024 şartlarında bir köpek sorunumuzun olmaması gerekiyordu.
Belediyeler kısırlaştırma faaliyetlerinde başarılı olabilirlerdi.
Ama Türkiye Cumhuriyeti'nde hiçbir kuruma güvenin kalmadığı bir dönemde olduğumuza göre gerçekten üzerlerine düşen görevi yerine getirip getirmediklerini sorgulamak gerekiyor.
Modern kısırlaştırma çalışmaları köpek nüfusunun azaltılmasında etkin bir rol oynayabilirdi. İpin ucu bir yerlerde kaçmış ancak ipin ucunun kaçtığı esas yer yolsuzluk.
Ülkede bir mama lobisinin de olduğunu inkar etmemek gerekiyor.
Peki bu mama lobisinin hayvanların kısırlaştırılmasına karşı da önlem almış olabileceği düşünülmüyor mu?
Açıkçası 'belediye sınırlarımız içerisindeki hayvanları kısırlaştırıyoruz' sloganı ile hareket eden birçok belediyenin, kısırlaştırma faaliyetleri için kullanacağını açıkladığı parayı, hayvanları kısırlaştırmak için kullanmayıp başka yollara harcadığını düşünmemiz gerekiyor.
Hatta mama lobisi de düşünüldüğünde bunu yapan belediyelerin mama lobisinden para alma ihtimali de var.
Kısırlaştırma çözüm değil diyenlerin söylediklerine inanmayın. Kısırlaştırma artık çözüm değil; bu doğru.
Ancak, kısırlaştırmanın çözüm olduğu noktayı çoktan kaçırdığımızı hatırlatmak gerekiyor.
Tekrar etmek gerekirse; yolsuzluğun, rüşvetin ve talanın arttığı bir dönemde sokak hayvanlarının kısırlaştırılması adına toplanan paraların da kısmen tarumar edildiğini yok saymamak gerekiyor.
İşte o dönem ipin ucunun kaçmaya başladığı dönem.
Ve ipin ucu o dönemden itibaren kaçtığı için bugün artık köpekleri 'uyutmayı' konuşuyoruz.
Açıkçası mama lobisinin de işbirliğiyle bu hayvanların canına kastedecek düzeye gelmemiz sorumsuzluğumuzun neticesidir.
Bu, olmak zorunda; çünkü insanların ve çocukların köpekler tarafından parçalandığı bir ülkede yaşayamayız.
Keşke olmasaydı dediğimiz çok nokta var.
Keşke 2024 Türkiye'sinde insanlarımız vahşi köpek sürüleri tarafından parçalanmasaydı.
Keşke 2024 Türkiye'sinde köpekleri nasıl etkisiz hale getireceğimizi konuşuyor olmasaydık.
Ancak ülke ve halk olarak sorumsuzluğumuzun kader çizgisindeki bedelini ödüyoruz, ödemeye de devam edeceğiz.
Depremde yüzbinlerce insanını göçük altında bırakıp onların haklarını arayamamış bir halkın İmtihanı henüz bitmedi.
Yorum Yazın